Hayat Bilgesi

Hayat Bilgesi

SAYFA SAYISI: 200

DİLİ: Türkçe

YAYINEVİ: Alfa Yayınevi

ARKA KAPAK YAZISI

Bu ilk sayıda kimler var?

Steve Jobs,Oprah Winfrey,Michael Jordan,Albert Einstein ,Warren BuffetRichard BransonJose MourinhoBill GatesWinston ChuchillThomas EdisonWalt DisneyR.Waldo EmersonWoody EllenAudrey HepburnHenry FordNelson MandelaMarilyn MonroeMartin Luther King jrMuhammed AliAbraham LincolnJeff BezosPablo PicassoJack WelchBaltasar GracianBernard Shaw

                        HAYAT BİLGESİ-ŞU HAYATI NASIL YAŞAMALI?

Ne ilginç bir oyun şu hayat! Tek bir hakkınız var. Kuralları oynarken öğreniyorsunuz. Zaman hızla akıyor. Başa çıkmak kolay değil. Sağ çıkmak ise imkansız!

Hepimiz provasız bir hayatın içinde, büyük bir sorunun peşindeyiz: Şu hayatı en iyi şekilde nasıl yaşamalı?

Cevabı bazılarımız içte arıyor, bazılarımız işte. Kadere teslim olan da var, kontrolü sıkı tutan da. Ancak çoğumuzun bildiği yaşadığına yetmiyor!

Belki de çözüm, sınıfın en çalışkan çocuklarının sınav kağıdına bir göz atmak!

Bizler küçük bir hayatla başa çıkmaya çalışırken, dünyanın zirvesindekiler o büyük hayatları nasıl yönetiyor? Onların bildiği, bizim bilmediğimiz neler olabilir?

Dünya büyüklerin dünya görüşlerini, bir inci avcısı titizliğiyle sistematik bir şekilde taradık. Hayat ve başarı felsefelerini yansıtan farklı ve faydalı fikirlerini özetledik. Bir tür hayat bilgisi bankası oluşturduk. İhtiyaç anında fikir çekebilmeniz için!

Bu kitap ‘özdeyiş derlemesi’ değil, sistematik bir düşünce taraması. Alanında ilk. Hem özel hayat hem de iş hayatına dönük tavsiyeler var. Hem yolun başında olanlara hem de işinde efsane olmak isteyenlere…

Hayat Bilgesi Dizisi hayatın bin bir halini karşılayan bir ‘akıl açacağı’ oluşturma çabası. Akıl verme kitabı değil, zihin açma kitabı!

Mantıklı ve motive edici cevaplar, kışkırtıcı sorularla bir arada. Karışık kafaları toplamak, kapalı akılları açmak için. Hem kaşiflik hem kılavuzluk!

Hayata bakış açınıza bir daha bakın! Bildikleriniz sizi şu anda bulunduğunuz yere getirdi, daha iyi bir yerde olmak istiyorsanız, size yeni(lenmiş) bir akıl gerek!

Standard

Mumin Sekman Wiki

Mumin Sekman is a thinker, speaker, and the author of 10 books in the field of personal development.

His philosophy is often summarized by his phrase: “Being successful can be learned”. Sekman’s books have sold more than 1 million copies.

The vast popularity of his books is often considered as a proof that his philosophy has been embraced by the masses. Sekman lives in Istanbul and Los Angeles.

Early Life and education

Mumin Sekman was born in Istanbul. His childhood hero was “Robin Hood”, the heroic British outlaw known for taking from the rich and giving to the poor. Inspired by Robin Hood, Sekman embarked on a journey to change the world.

He got accepted to the most prestigious law school in his country. Shortly after, he realized “the world’s real problem wasn’t the inequality in wealth distribution. It was the inequality in success distribution.”

He successfully completed the law school, yet never practiced law. Instead, he opted to analyze the systems of successful public figures, and share his learning with the masses. In honor of his childhood hero, Sekman claimed his sense of purpose as “to democratize the access to knowledge for a successful life.”

Professional life

Mumin Sekman wrote his first book at the age of 21. Over the years, his first book sold more than 100,000 copies.

He has written a number of books. To date, over a million copies of his books have been sold in various countries and languages. He is particularly interested in synthesis of Eastern wisdom and Western technigues.

“Limit Sizsiniz” – “Unlimit yourself” was Sekman’s first book to be translated into English. The popular book aims to overcome the reader’s internal and external roadblocks to success. His other books are being translated into many different languages.

In addition to being a best-seller author, Mumin Sekman also edited the first books of many young writers. He also offered script consultancy to a number of popular TV series, and guided many celebrities in making strategic decisions.

Sekman is highly active on the public, and corporate speaking circuit. In addition to giving seminars, he also offers “Career Check-up”, his proprietary, one-on-one consulting service to CEOs, leaders, and celebrities.

Having thoroughly studied and extensively practiced the topic of success, Sekman deeply values the intellectual and philosophical aspect of the concept. According to him, “to be successful, one must analyze like Socrates, plan like Aristotle, and execute like Alexander the Great.”

Sekman believes that being successful is an acquired skill. Yet, he quickly adds, “to be successful; one must practice his learning like an art.” His self-declared mission is “to increase the number of successful people per square foot in the world.”

Related websites:

http://www.muminsekman.com

http://www.muminsekman.net

Standard

To Succeed, Or Not To Succeed; That Is The Question!

The history of humanity is the widest stage for man’s endeavor to succeed.

History has presented man with two alternatives: join the success game or stay out.

There are three possible results for those who join: win, lose, or draw.

History has chosen to ignore those who stay out of the game. The non-participants may have led happier lives; yet the fact remains that historians have not been interested in those who are happy.

History books reflect the past with battles and major upheavals. There must have been people who led moderately happy lives. History prefers to speak to us of tumult, not tranquility.To date, the history of happiness, remains untold, while the history of humanity is replete with intriguing anecdotes about man’s accomplishments.

—To succeed, or not to succeed; that is the question!

Amasis of Siuph in Sais was, at first, an ordinary man. He was not very highly esteemed by the Egyptians. After a difficult struggle, he managed to capture the Egyptian throne. Suddenly, the people appreciated him!

Noting how his standing in society had suddenly changed after his success, Amasis found an interesting way not to forget this.

The Greek historian Herodotus narrates in his book entitled “History”:

“Amasis had a golden basin in his treasury. It was used for washing his feet. He had the basin melted down to make a statue of a god, which he then placed in the city center. He told everyone what the statue was made from. It had once been a basin in which men had vomited, or washed their feet, now it was a statue that men worshiped. He likened himself to this basin. Once an ordinary man, now a king everyone served.”

Had Shakespeare heard of this, he would have penned, “To succeed, or not to succeed; that is the question!”

The sad reality is that we often measure our value according to the magnitude of our success.

It is our success that defines not only our social standing, but also our identity. We are delineated on the basis of our achievements. Our victories make our name. Failure condemns us to a life of anonymity.

Source: Unlimit Yourself by Mumin Sekman(c) Copyrighted material

Standard

Mümin Sekman CNN Turk

 

Deniz Bayramoğlu ile Bugün programına konuk olan Mümin Sekman “Her Şey Beyinde  Başlar” adlı kitabını canlı yayında anlattı. Mümin Sekman’dan beyninizi daha iyi çalıştıracak 10 öneriyi sizin için derledik.

Kişisel Gelişim Uzmanı ve yazar Mümin Sekman 9. kitabı olan “Beyin Başlar”ı Deniz Bayramoğlu ile Bugün programında CNN TÜRK izleyicilerine anlattı.

Başarının öğrenilebileceğini savunan Türkiye’nin ilk kişisel gelişim uzmanı Mümin Sekman’a göre beyni daha iyi çalıştıracak 10 madde:

1. Sağlam kafa, hareketli vücutta bulunur!Beden ve beyin bir bütün oluşturuyor ve bedensel hareketlilikler beyinsel hareketlilikleri getiriyor. Beyin açık havada ve ayaktayken daha iyi çalışır. Önemli kararlarınızı açık havada yürürken alın.

2. Beyin sulanmaz, beyin kurur!Beyin yüzde 80 sudan oluşuyor ve bu yüzden beyne su takviyesi yapmak gerekiyor. Günde 8-10 bardak kadar su içilmezse beyin kurur ve algı kalitesi düşer.

3. Eli hızlandıran şeyler, aklı yavaşlatır!Bir alışkanlık edindiğimiz zaman elimiz hızlanır ve otomatik pilot ile hareket eder, bu durum da aklı yavaşlatır. Zihinsel rutinlerinizi kırın: eğer sağ elinizi kullanıyorsanız bazen telefonu sol elinizde tutun (solaksanız tam tersi), çantanızı diğer elinizde taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin.

4. Akıl tutulmasına karşı, açık görüşlü ol.Kullanılmayan organ körelir. Sürekli aynı insanlarla aynı programları seyredip aynı hayatları yaşayarak aklınızı köreltmeyin. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler, beyninizi geliştirmez.

5. Beyne çöp girerse, beyinden çöp çıkar!Beyninizi ne ile beslerseniz beyninizden alacağınız verim ya da çıktı o olacaktır. Girdilerin kalitesi çıktıların kalitesini belirler, dolayısıyla beyninize ne aldığınıza dikkat etmelisimiz

6. Sihirli “eğer” ile düşününBeyin tıkandığında varsayımlarla akıl yürütür. Kararsız kaldığınız bir durumda önemsediğiniz, model aldığınız bir kişiyi aklınıza getirerek “O benim yerimde olsaydı ne yapardı?” diye düşünün.

7. Aklının takıldığı yer hayatının takıldığı yerdir!Zihin bir şeye takıldığında tüm sistem kendi içinde kilitlenir, aklınızı çözmek için kendi hayallerinizi gerçekleştirin, yani yeni ihtimalleri görmeye çalışın.

8. Sosyal medya diyeti yapın!Sosyal medyanın aşırı kullanımı insanı beyninden vuruyor. Bu araçları aşırı derecede kullanırsanız beyin ölümünüz gerçekleşir, aşırı iletişim kurmak düşünmeyi durduruyor.

9. İnsanları beyninizle sevin! Aşk bir beyin işlevidir!Duyguların gerçekleştiği yer insan beynidir. Mantıksız davranış aşk üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor, bu doğru bir düşünce değil.

10. Nasıl çalışması gerektiğini beynine öğret!Beyin kendisini nasıl çalıştığı hakkındaki bilgi ve inançlarına göre kendini yapılandırır. Beyninizi sabah çalışmadığına inanırsanız beyin sabah çalışmaz, dolayısıyla beyninizi nasıl çalıştığına dair yapılandırırken dikkatli olun.

Röportajı videosunu izlemek için:

Kaynak: Cnnturk.com

Standard

ABOUT

Who is Mumin Sekman?

Mumin Sekman is an author who has become an expert on achieving success. He is known as “The Success Guru”. While still a law student, Sekman realized that he was more interested in the natural laws of success than in the Law and began his research. After finishing university he chose the study of successful people as his field of expertise and performed an analysis of how they had achieved success.

He then presented this information as a model for success. He has written a number of books reflecting his findings. To date, over a million copies of his books have been sold in various countries and languages. He is particularly interested in synthesis of Eastern wisdom and Western techniques. The observation of behavioural models for success in different cultures has become his “hobby.”

The author has adopted an increase in the number of successful people across the globe as his personal mission. “Success can be learned,” declares Sekman, who maintains that success can be learned like a science and implemented like an art.

According to Mumin Sekman: “I am convinced that success can be learned. You are neither the first to have tried your hand at achieving success in this world, nor will you be the last. Billions before you attempted to be successful. Some succeeded, while others did not. Of those who did succeed, some accomplished major feats, while others achieved medium-sized or even tiny little successes.

Many of those people who attempted to be successful have shared their methods by either writing or talking about them. They have related, to the best of their knowledge, what worked and what did not. All this has contributed to the creation of a knowledge bank of success. Each one of us should make use of this source.”

Standard

Sağlık Bakanlığı zararlı kozmetiklere ceza yağdırdı

Sağlık Bakanlığı bu yılın ilk altı ayında tıbbi cihaz ve kozmetik ürünlere yönelik yaptığı denetimlerde onlarca firmaya ceza yağdırdı.Söz konusu ürünlerin insan sağlığı açısından güvensiz olduğunu tespit eden bakanlık, 32 ürüne toplamda 1 milyon 240 bin lira para cezası kesti. Ceza kesilen kozmetik ürünlerin tamamının Türkiye menşeli olması dikkat çekti. Tıbbî cihazlarda da üç Çinli firmaya ceza uygulandı. Sağlık standartlarını yerine getirmeyen kozmetik ürünler arasında el-vücut kremleri, gülsuyu, saç spreyi, yüz maskesi hatta bebe şampuanı bile bulunuyor. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından 2013 yılının ilk altı ayında yapılan denetimlerde insan sağlığına zararlı kozmetik ürünler ve güvensiz tıbbi cihazlar belirlendi. Tıbbi cihazlarda toplam 563 ürün denetlendi. Yapılan laboratuvar analizleri çerçevesinde 12 ürün ‘güvensiz’ bulundu. Teknik düzenlemeye aykırı olduğu gerekçesiyle ise 8 ürüne idari yaptırım uygulandı. Teknik düzenlemeye aykırı olan tıbbi cihazlarda, ürüne ilişkin hiçbir belge ve CE gibi uluslararası kabul gören sertifikaların olmaması gerekçe gösterildi. Bakanlık, tıbbi cihaz kategorisindeki bu ürünlere 208 bin 068 lira para cezası verdi. İnsan sağlığını tehdit eden kozmetik ürünlerinin tamamının Türkiye’de üretilmesi endişeleri artırdı. Sağlık Bakanlığı’nın, bu kategoride 325 ürünü denetledi. 20’sini güvensiz bulurken, teknik düzenlemeye aykırı olduğu gerekçesiyle 121 ürüne idari yaptırım kararı aldı. Firmalara toplamda 1 milyon 975 lira cezası kesildi.İşte zararlı 32 üründen bazılarıBiominera zayıflama kremiCevher sıvı el sabunuGülsarayı gül kremiGülsarayı gülsuyuGülsarayı el ve vücut losyonuGülsarayı salyangoz kremiFlorest aynı sefa özlü kremAnka body kil maskeAnka vücut terapi çamuruYu&Dali saç bakım spreyiRosella yüz temizleme sütüJeoclay yüz maskesiFuji baby shampooZerdali beyaz kilMoliva shampooWith mango

Standard

İnanan sarsılsa da devrilmez

Hâlihazırdaki tablo oldukça ürpertici; ancak iman, ümit ve Allah’a teveccüh sayesinde aşılmayacak gibi de değil. Eğer insan, güneşe doğru yürür veya uçarsa, gölgesini arkasına almış olur; sırtını güneşe dönerse bu defa da gölgesinin arkasında kalmış olur.Bu itibarla gözlerimiz hep sonsuz ışık kaynağında olmalıdır. Evet, her şey, Âkif’çe ifadesiyle: Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete râm olmaktan geçmektedir. Ülkede iç içe kriz yaşandığı bir gerçek; ancak, sebepleri bilinip, iman, ümit ve azimle karşı çıkıldığında, bu kabil krizler hemen her zaman aşılmış; aksine problemler vehim ve hayallerle köpürtülüp ya da onlar üzerinde politika yapıldığında şişmiş, büyümüş, olduğunun üstünde bir görünüme ulaşmış ve psikolojik tahribatıyla içinden çıkılmaz hâle gelmiştir.Günümüzde, târihî tekerrürler devr-i dâimlerinden biriyle daha karşı karşıya bulunuyoruz; her tarafta değişik türden zulümler, istibdatlar, komplolar, vicdanlara baskılar.. ve onca mazlumiyetlere, mağduriyetlere rağmen “belâ-yı dertten” âh etmeyen iradesizler, sessizler.. buna karşılık insanlara zulüm ve gadirde bulunan, zulmederken de ağlayıp-sızlayıp mazlumu haksız göstermeye çalışan şarlatan zalimler.. değişik sâiklerden ötürü her zaman öfkeyle oturup-kalkan muvazenesiz yığınlar; onları her an biraz daha şiddete, hiddete iten farklı çevreler: Mütegallipler, vurdumduymazlar, idare bilmezler ve tahrikçiler.. aldatmayı akıllılık, hırsızlığı mârifet sayan hortumcular; hortumculardan pay alan fırsatçılar.. ve daha adı konmamış ne mel’ûn organizasyonlar..!Evet, bugün hemen her bucakta ürperten bir hazân ve her yerde insanî değerler ayaklar altında; ne insana saygı var ne de evrensel değerlere. Kitleler, her kesimiyle hemen her yerde yığın telâkki edilmekte; yığınların hâli ise en acı şekliyle gelip yüreklere oturmakta. Her yerde ilim Allah’a emanet!. Mârifet Kafdağı’nın arkasında.. sanat ideolojilere kavaslık yapıyor.. pek çoğu itibarıyla ilim yuvaları taklide teslim.. hakikat aşkı, ilim tutkusu, araştırma şevki iltifat görmeyen gayretler.. iltifat görmeyen bir kısım gayretler de ihtimal birer hobiden ibaret.. bugünümüzü-yarınımızı emanet edeceğimiz hayatî müesseselerde hayattan eser yok.. propagandalara bakınca, dünyalara yetecek kadar bir güce sahip gibiyiz; oysaki realiteler bir kasabaya bile yetmediğimizi haykırıyor.HİZMET EDENLERİN KADERİ EZİLMEKAhlâkî değerler, sorumluluk duygusu, hak düşüncesi, adalet mülâhazası açısından dünya standartlarının çok çok altında olduğumuz apaçık: Çoğumuz itibarıyla ne ar, ne hayâ, ne hakka saygı ne de düşünceye hürmetimiz var.. Allah korkusu, fazilet hissi çoktan unutulmuş.. kuldan utanma ise şimdilerde o can sıkan duygudan da (!) kurtulma peşindeyiz.. bir yığın kalbsizler, ruhsuzlar hâline geldiğimiz yüzlerimizden okunuyor; çoğumuzda ne merhamet ve şefkat hissi ne de hürmet duygusu kaldı. “Gün bugündür, dem bu demdir.” diyenlerin sayısı belli değil.. hayatını köşe dönmeye veya köşe kapmaya bağlamışların adedini Allah bilir. Bütün bunlara karşılık azıcık duyan ve düşünen kafalar ise, kaba kuvvetin balyozları altında inim inim.. millete hizmet edenlerin kaderi ezilmek ve samimiyetle çarpan sinelere karşı her köşe başında ayrı bir şeytanî tuzak.. şimdilik sessiz duranlara bir şey diyen yok.. yarın, öbür gün ne olacak, onu da bekleyip göreceğiz…Hâsılı, bugün, olmamasını arzu ettiğimiz ne kadar menfilik varsa, her yerde diz boyu, hatta ondan da öte; yıllardan beri milletçe beklediğimiz şeylere gelince onlardan da hiç mi hiç haber yok. Manzara bu olunca, ümitten, azimden söz etmek de oldukça zor; ama biz milletçe bu zoru aşma mecburiyetindeyiz. Bugün başımıza gelenler, gelecekte de katlanarak karşımıza çıkabilir.. ülke bir baştan bir başa mezaristan hâlini alabilir.. milletin azmi, ümidi tıpkı bir kefen gibi onun başına geçirilebilir.. ırmaklar Revan Nehri’ne, çöller Kerbelâ’ya, düşmanlar Şimir’e, aylar muharreme dönüşebilir.. kundaklamayı kundaklamalar takip edebilir.. dev yangınlar olabilir, yangınlar evlerimizin-barklarımızın yanında, beklentilerimizi, plânlarımızı da kül edebilir.. dost-düşman herkes bizi yalnız bırakabilir; yalnız bırakmaktan da öte hiç ummadığımız kimselerce arkadan hançerlenebiliriz. Evet, işte düşmanların böyle esirip köpürdüğü, dostların vefasızlık gösterip bizi bütün bütün terk ettiği durumlarda dahi kat’iyen teslim olmamalı, eğilmemeli; iman ve ümitlerimize dayanarak dimdik ayakta durmalı ve bir küheylan gibi hız kesmeden çatlayıncaya kadar koşmasını bilmeliyiz.HER ŞEYE RAĞMEN TAVRIMIZI DEĞİŞTİRMEMELİYİZHatta hâlihazırdaki fecâyi ve fezâyi şimdikinin kat katına ulaşsa.. etrafımız âh u efgan ile inlese.. çevremizdeki çığlıklar gidip tâ âsumana dayansa.. yaşanan ızdıraplar magmalar gibi köpürüp yüreklere vursa ve bütün bir millet çaresizlikle kıvranıp dursa.. düşünen başlar üzerinde kılıçlar kavisler çizse, beyinler balyozlarla ezilse.. dört bir yanda sadece zalimlerin “hay-hûy”u duyulsa.. en canlı, en temiz vicdanları simsiyah bir yeis sarsa.. hanlar devrilip hânümanlar yerle bir olsa.. ay batsa, güneş sönse, nazarlarla beraber gönüller de karanlığa gömülse.. kuvvet gemi azıya alsa, hak kaba kuvvetin paletleri altında kalıp ezilse.. her yerde dişli dişini gösterip gezse, zayıf dilini tutup sessizlik murâkabesine dalsa.. bütün mukavemetsiz ruhlar bir bir yıkılsa ve kalbzedeler üst üste devrilse… Her şeye rağmen biz duruşumuzu, tavrımızı değiştirmeden konumumuzun hakkını vermeli, yerimizde durmalı, herkesin başvuracağı bir güç, bir ümit kaynağı olmalı ve sönmeye yüz tutan bütün meş’aleleri yeniden tutuşturmaya çalışmalıyız.Allah’a inancımız tam ise, ümit, azim, kararlılık şiarımız olmalı; millete hizmet de vazifemiz. O kadar Hakk’a saygı duymalı ve o denli hayatımızı başkalarının mutluluğu içinde görmeliyiz ki, yemeyip yedirdiğimizi, giymeyip giydirdiğimizi ve kendimize rağmen yaşadığımızı görenler, emanette emin bir kısım kimselerle karşılaşmanın mutluluğunu yaşasınlar. Biz o denli nezih yaşamalıyız ki; haramlar, gayrimeşrular değil hayatımızı, rüyalarımızın ufkunu bile kirletmemeli.. aslında böyle bir kirlenme, kim bilir belki de hiç beklenmedik şekilde ne irtifa kayıplarına sebebiyet veriyordur..! Konumunun hakkını veremeyip bulunduğu noktadan kayanların iflâh olduğu hiç görülmemiştir. Kaldı ki biz, değil bir kısım dünyevî mülâhazalar, yaşama sevdasını ya da menfaat ve çıkar düşüncesini dahi intihar sayma konumundayız. Dahası biz Cennet’i bile kulluğumuza gaye yapmaktan kaçınmalı ve bütün gönlümüzü Hak rızasının engin vâridâtına bağlayarak şahsî isteklerimize karşı kat’î bir tavır alma durumundayız. Hiçbir zaman almayı düşünmeden hep vermeli, geriye döneceğini beklemeden de sürekli ihsanda bulunmalıyız.. ve “Cânân” deyip sefere azmettiğimiz bu kutlular yolunda hiç ama hiç mi hiç “can” sevdasına düşmemeliyiz.KÖTÜLÜKLERİ İYİLİKLE SAVMALIYIZDünden bugüne bu kutlular yoluna baş koyanlar dört bir yanda düşmanlık duygularının körüklendiği, dost gönüllerin bile vefasızlık edip hasımları sevindirdiği durumlarda bile ne yeis, ne sarsıntı, ne öfke ne de düşmanca duygularla onlara karşılık vermeyi düşünmemişlerdir. Kötülükleri hep iyilikle savmış; fena muameleleri hüsnühâl, yumuşak beyan ve farklı ihsanlarla rehabilite ederek, âdeta bütün kırılmaları ve tahribatı tamire çevirmiş ve yıkma düşüncelerine yapma hamleleriyle mukabelede bulunmuşlardır.Ben inanıyorum ki, bu azim kahramanlarına, bugün olmasa da yarın mutlaka bir inayet eli uzanacak.. yollarını kesen tipi-boran dinecek.. kar-buz eriyip gidecek ve çevrelerindeki birkaç asırlık o kupkuru çöller cennetlere dönecek ve mutlaka talih onlara da gülecektir.İşte bu kahramanlardan birinin bugününü bütün bütün yıksalar, o yönelir yarınlara ve yoluna o kulvarda devam eder; yarınlarını da yok etseler atını mahmuzlar ve öbür günlere koşar. Baş edemezler böyle biriyle ve edememeliler de. Zira o imanı, azmi, ümidi sayesinde, bozgunlar yaşadığı ya da yıkıldığı durumlarda bile hep bir başka muvaffakiyet ve zaferin projeleriyle serinlemiştir. Ve yine böyle biri, önünde kinlerin, nefretlerin kudurup durduğu, ufkunu üst üste karanlıkların sardığı anlarda bile asla ümitsizliğe düşmemiş ve paniğe kapılmamıştır.Öyle ümit ediyoruz ki; işte bu sağlam karakter sayesinde, bugün olmasa da yarın mutlaka, hicranla yanan sinelerin hicranı dinecek, asırlardan beri iki büklüm yaşayanlar bellerini doğrultarak var olduklarını haykıracaklardır. Zulmetlere yenik ruhlar dirilip çevrelerini saran karanlıkları kovacak ve herkes olağanüstü bir gayret ve performansla kendi ruh ve mânâ köklerinin kılavuzluğunda bütün engelleri aşarak, özüyle bütünleşip talihinin zirvesine ulaşacaktır.1 – Her şeye rağmen biz duruşumuzu, tavrımızı değiştirmeden konumumuzun hakkını vermeli, yerimizde durmalı, herkesin başvuracağı bir güç, bir ümit kaynağı olmalı ve sönmeye yüz tutan bütün meş’aleleri yeniden tutuşturmaya çalışmalıyız.2 – Bu kutlular yoluna baş koyanlar her yanda düşmanlık duygularının körüklendiği, dost gönüllerin vefasızlık edip hasımları sevindirdiği durumlarda bile ne yeis, ne sarsıntı, ne öfke ne de düşmanca duygularla onlara karşılık vermeyi düşünmemişlerdir.3 – Öyle ümit ediyoruz ki; işte bu sağlam karakter sayesinde, bugün olmasa da yarın mutlaka, hicranla yanan sinelerin hicranı dinecek, asırlardan beri iki büklüm yaşayanlar bellerini doğrultarak var olduklarını haykıracaklardır.(Mayıs 2001 Sızıntı dergisinden derlenmiştir.)

Standard

Başarının iki şartı: Sebat ve zikir

“Ey inananlar, herhangi bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki başarıya erişesiniz.” (Enfâl, 8/45)Ayet-i kerimede Türkçemize o enfes güzelliği ile giren ve kullanılan “sebat” ile “zikir” beraber ifade edilmiş. Bu iki mesele birleştirilirken, mutlak cem için kullanılan “vav” atıf harfi kullanılmış. Bu ise bize, sebat veya zikirden hangisinin önce, hangisinin sonra olduğuna dair bir ipucu vermiyor. Demek ki, bazen zikir sebata, bazen de sebat zikre sebep olabiliyor ve öncelik sonralık açısından da bu iki esas yer değiştirebiliyor.Biz de bu tespitten sonra bir kere daha “sebat” diyelim. Sebat, sabır demek değildir. Her ne kadar biz Türkçede, “sabr u sebat” diyerek bunları müteradif kelimeler gibi kullansak da, sebatın, sabırdan farklı manalar taşıdığı da bir gerçektir. Sabır, hiç fasıla vermeden sonuna kadar bir işi devam ettirmede kullanılan bir kelimedir. Mesela, birçok İslam müellifinin tasnifi içinde o hep, ibadete, günaha ve musibete karşı dayanma ve diri kalmanın adı olarak kullanılmıştır. Evet, bütün bir hayat boyu, sadece namaz adına, günde beş defa ve her türlü şarta rağmen namaz kılmaya sabır.. Efendimiz’in beyanına göre cehennemin kendisi ile kuşatıldığı şehevâta karşı sabır.. ve yağmur gibi yağan belalara, musibetlere karşı sabır. Bu üç kısma şunlar da ilave edilebilir: Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır. Yani ekmiş olduğunuz tohumların semalara ser çekmesi ve hülyalarınızdaki seviyeye gelmesi için sabır. Herkes için olmasa bile, hak erleri için, bir an önce ölüp, Cenab-ı Hakk’ın cemalini müşahede etme arzu ve isteğine karşı sabır…Görüldüğü gibi sabır genellikle süreklilik, devamlılık isteyen meselelerde, her zaman dişimizi sıkıp, sıradağlar gibi yerimizde sabitkadem olma manasında kullanılıyor ki bu, biraz da “ne olacak; nihayetinde ölüm olduktan sonra” mülahazasına dayanmaktadır. Yani insan, biraz dişini sıkıp sebat etse, hiç de kötü bir şey olmayacak; ya şehid olup kurtulacak ya da gazi sevabı alacak ve uhrevî birtakım mazhariyetlere erecektir. Benim bu çerçevede hayıflandığım ve “keşke” dediğim bazı hadiseler var. Mesela, Merzifonlu.. evet o koca serdar-ı azam, Viyana önlerinden dönmese azıcık sabredip orada ölse veya öldürülseydi ihtimal İstanbul’a kadar uzanan o korkunç bozgun yaşanmayacaktı. Ve bunun tam karşısında farklı bir misal: “Sorduğum 6 soruya 600 kelimelik cevap isterim diyen mütegallib İngiliz kilisesine Bediüzzaman’ın: “Değil 600 kelime hatta altı kelime, belki bir kelimeyle bile değil, bir tükürükle cevap veriyorum” diyerek kükremesi, şehâmet dönemlerimizi hatırlatan bir örnektir.Sebat; kararlılık, sözde durma, iyi düşünülmüş-taşınılmış sonra da kararlaştırılmış bir husustan geriye dönmeme manalarını da hatırlatır.Sebat; aynı zamanda önemli bir ahlakî esastır ve faziletin de güçlü kaynaklarından biridir. Sebat ve metanet insanı, yapacağı işleri önceden çok iyi düşünür, sebat edildiğinde lehte ve aleyhte olabilecek bütün sebepleri karşılıklı değerlendirir, tercihini yerinde yapar ve bir daha da kararından dönmez. İradenin önemli bir tezahürü sayılan sebat, hayatî bir insanî meziyettir.. ve böyle bir sebat babayiğidini, ihtimal ki, ne sevinç, ne keder, ne çıkar düşüncesi ne de hezimet endişesi karar verdiği şeyden geri çeviremez.Yüksek hedefleri gerçekleştirmede sabr u sebat bir peygamber vasfı, hasis işlerdeki dayatma ve direnme ise tam bir şeytan ahlakıdır.Allah’ı Çok ZikredinAyetin devamında “Allah’ı çok zikredin” deniliyor. Zikir, insanın dil ile Allah’ı anmasına dendiği gibi, kalbi ile tahattur etmesine de denilir. Ve ölüm-kalım mücadelesinin verildiği bu en zor ve en sıkışık anda kalbi Allah ile dolu olan insanı Allah er-geç muvaffak kılar. Yalnız, böyle kritik anlarda, sıkışık zamanlarda, insanın “Allah” diyebilmesi, Allah’ı düşünebilmesi, biraz da onun, geniş zamanlarında Allah’ı zikretmesine bağlıdır. Zaten insan, tabiatı icabı sıkıştığında Allah der. Öyleyse buradaki, sadece hücum anında “Allah Allah” demek değil, önemli olan onun, tabiatın bir yönü ve fıtratın bir buudu haline getirilmesi ve tabiat-ı beşerle bütünleştirilmesidir. Bir başka ifadeyle, kalbi, ruhu Allah muhabbeti, Allah korkusu ile dolu olan insan, elbette diliyle de daima Allah diyecektir. Bu sevgi gönlünde yer etmemiş insan ise diliyle Allah dese bile katiyen arzu edilen konumda olmayacaktır.

Standard

Haram lokma ile beslenen nesiller

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), haram lokmadan gelişen bir insanın vücudundaki etin ancak cehennemle temizleneceğini ifade buyururlar.Bu sebeple haram lokma mevzuunda başta ashab-ı kiram olmak üzere bütün ehlullah azami derecede bir hassasiyet göstermişlerdir.Hz. Ebu Bekir, kendisine her gün yemeğini getiren hizmetçisine, her defasında yemeği nereden getirdiğini, hangi yolla tedarik ettiğini sorardı. Bir defasında sormayı unutmuş -ihtimal uzun zaman aç kalmıştı.- Lokmayı ağzına koyduktan sonra aklına gelmiş ve hizmetçisine yemeği nereden temin ettiğini sormuştu. Hizmetçisi de: “Ey Allah’ın peygamberinin halifesi! Ben cahiliye devrinde arraflık (gaipten haber veren, kâhinlik, falcılık) yapıyordum. Halk bunun karşılığında bana para verirdi. O dönemlerde yaptığım işlerden dolayı birisinden alacağım vardı. Onu aldım ve bu yemeği onunla yaptım.” Bunu duyan Hz. Ebu Bekir’in birden rengi attı, elini gırtlağına kadar götürerek midesinde ve gırtlağında bulunan şeyleri dışarıya çıkardı. Onun bu hassasiyetini gören sahabe, “Ey Allah’ın Peygamber’inin halifesi! Bu kadarı fazla değil mi? Ne diye kendine bu kadar eza ediyorsun?” diye sordular. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir şöyle cevap verdi: “Ben Resul-i Ekrem’den işittim. O (sallallahu aleyhi ve sellem), vücudunda bir tek haram lokma bulunan bir insanın ancak cehennemle temizlenebileceğini buyurmuştu.”İnsanın vücudunda bir lokma haram bir şey bulunursa, o lokmanın hâsıl ettiği her şey bir manada kirlenir ve onu da ancak ateş temizler. O kişinin bir evladı dünyaya gelirse o çocuk haramzâde olur. Ancak şunu hemen ifade etmeliyim ki, haram yiyen herkesin evladı yüzde yüz haramzâde olmaz. Çok kötü kimseler vardır ki kazançları kötüdür, ancak bu kötü kazançları içinde iyi kazançları, kendilerinin iyi tarafları, üstün meziyetleri, talim ve terbiye mevzuunda takdir edilecek yönleri de vardır. Bunlardan bazen iyi evlat dünyaya gelebilir. İyi kimselerin de bazen kötü tarafları ve kötü kazançları vardır da bu tür kimselerden kötü evlat da olabilir.Abdulkadir Geylani, Şazeli, Nakşibendi gibi mana âleminin sultanları ruhî tecrübeleriyle haram lokmanın insanlar üzerinde menfi tesir icra ettiğini ifade buyurmaktadırlar ve bu sahanın hekimleri olarak bize, yenilen haram lokmaların bazı haramzâdelerin meydana gelmesine yol açtığını söylemektedirler. Bu ihtimal yüzde bir ve yüzde iki nispetinde dahi olsa herkes tir tir titremelidir.Portakal Suyunun YaptığıBu mevzuyla alakalı şöyle bir menkıbe anlatılır: Ehlullahtan birinin oğlunun kötü bir huyu vardır. Bu çocuk devamlı surette tulumlarla su taşıyan kişilerin tulumlarını çuvaldızla deler ve insanlara eziyet edermiş. Zamanla bu durumdan çok rahatsız olan ahali, meseleyi babasına naklederler. Bu zat, oğlunun yaptıklarını öğrenince çok üzülür ve bir o kadar da şaşırır. Durumu eşine açar ve bunun sebebinin ikisinden biri olduğunu söyleyip hanımından çocuğa hamileyken yanlış bir harekette bulunup bulunmadığını sorar. Hanımı düşünür taşınır ve eşine şunları anlatır: “Hamileyken komşunun evine gitmiştim. Orada canım portakal çekti. Baktım, masanın üzerinde portakallar var. Komşum görmeden elimdeki iğneyi portakala saplayıp onun suyunu içmiştim.” Bunun üzerine evin babası şunları söyler: “İşte o iğneyi portakala saplaman, evladımızda tulumları delme şeklinde tezahür etti. Şimdi huzur-u kibriyaya yönel, ağla ki Allah günahını affetsin.” Kadın ağlayıp dua dua yalvarırken ötede çocuğunun içine birden bire bir şey doğar ve, “Bu yaptığım iş bana hiç yakışmıyor. Artık ben bir şey yapmamalıyım” diyerek elindeki çuvaldızı atar ve koşar.Hz. İmam Azam’ın bir buçuk günde Kur’an’ı ezberlediği söylenir. Bu, devrimizin insanına mübalağa gelebilir. Hâlbuki ben günde on-on iki sayfa ezber yapan insan da gördüm. Babam, otuz günde Kur’an’ın ezberleyen nadide fıtratlardan bahsederdi. Einstein, Hegel ve Descartes gibi kimseler de nadide fıtratlardır. Ama biz onları görmediğimiz için garipseyebiliriz. İmam Şafii, “Hayatımda bir şey unuttuğumu hiç hatırlamıyorum” demektedir. Tabiinin küçüklerinden Zühri’nin sekiz yaşında iken bir hafta gibi kısa bir sürede Kur’an’ı ezberlediği rivayet edilmektedir.Tesir Edecek Nasihatİşte İmam-ı Azam da bu nadide fıtratların başında gelmektedir. O, Batı’da ağırlığıyla İslam âleminin büyük hukukçusu olarak kendisini kabul ettirmiş devasa bir âlimdir. Aynı zamanda pratik hayatta da büyük bir tüccardır. Onun bir buçuk günde Kur’an’ı hatmettiği rivayet edilmektedir. Burada ona atfedilen bir menkıbeyi de hatırlatmak yerinde olacaktır: Çocuğun birine bal dokunuyordur; anne ve babası çocuğa onca “bal yeme!” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam etmektedir. Derken bir gün anne ve babası çocuğu elinden tutup Hz. İmam’ın huzuruna getirirler ve “Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor.” derler. Hz. İmam, “Götürün, bu çocuğu kırk gün sonra bana getirin.” der. Kırk gün sonra yeniden getirirler. İmam çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve, “Babacığım! Bir daha bal yemeyeceğim” der. Oradakiler, “Ya İmam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, İmam onlara şöyle cevap verir:“Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendim yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatim etkili olmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.”İşte bu büyük zatın babası olan Sabit’in harama karşı büyük bir hassasiyeti vardı. Onunla alakalı da şöyle bir menkıbe anlatılır: Sabit bir gün abdest almak için bir dere kenarına gider. Suda bir elma görür. Suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yer. Fakat tükürüğünde kan görür. Şimdiye kadar böyle bir hal görmediği için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin eder ve birden yediğine pişman olur. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gider. Adamı bulur. Adam hakkını helal etmesi için bir şart koşar ve, “Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.” der. Sabit Hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul eder. Düğün hazırlığı yapılır. Sabit Hazretleri’nin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir olur. Hemen kayınpederine koşup, “Bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok.” der. Kayınpederi tebessüm ederek, “Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allah Teâlâ mübarek ve mesut etsin.” der. İşte bu evlilikten, yani böyle bir ana ve babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri dünyaya gelir. Bir gün, Kur’an’ı bir buçuk günde ezberleyen İmam-ı Azam’a annesi şöyle der: “Eğer baban o elmayı ısırmasaydı sen Kur’an’ı bir günde ezberleyecektin.” Tabii bunların hepsi menkıbedir. Önemli olan bunlardan ders çıkarabilmektedir.

Standard

Nefsi yenme yolları

İnsanın, nefsini yenmesi çok önemlidir. Belki en mühim fakat aynı zamanda çok da zor bir meseledir.Öyle ki Efendimiz, herkesin olduğu gibi kendisinin de öyle bir yanının olduğunu, ancak Allah’ın yardımıyla onu kendisine râmettiğini ifade buyururlar. Bu itibarla insan, ömrünün sonuna kadar hep nefsiyle uğraşa uğraşa belki bazı noktalarda ona müspet hizmet ettirebilir. Ne var ki o, her zaman insan için öldüren bir düşmandır. Kendi zaafından ve aczinden insandan ayrılsa bile âsâb, onun vazifesini yapmaya devam eder. Nefis o kadar sinsi ve güçlüdür ki, Hz. Yusuf gibi bir zat bile, “Muhakkak nefis çok şiddetle fenalığa âmirdir.” (Yusuf, 12/53) buyurmuştur. Hatta zayıf bir rivayete göre Zeliha’nın bütün açılıp saçılması karşısında Hz. Yusuf’un bakışları bir an bulanmış, ancak hemen ardından –burhan-ı ilahi ile- “Maazallah” demiştir. Bir de onun arkasında teminat sigortası gibi bir babası vardır. Şöyle ki Hz. Yakup, temessül ederek parmağını dudağına koymuş ve Hz. Yusuf’u uyarmıştır. Allah Resulü de bir hadislerinde, “Senin en can alıcı hasmın, benliğin ve muhtevan içindeki nefsindir.” buyurarak nefsin insan için ne denli bir tehlike oluşturduğuna dikkatleri çekmiştir.Nefsin, insanı yoldan çıkarmak için kullandığı değişik argümanlar vardır. Bunların en tehlikelisi de kuvve-i şeheviyedir. Nefis, sürekli yeme-içme ve uyuma gibi behimi hisleri tahrik eder. Yunus Emre, konuyla alakalı ne hoş söyler;“Aciz kaldım zalim nefsin elinden / Şol dünyanın lezzetinden doyamazEğnine alıştır gaflet gömleğin / Ömrünün gelip geçtiğini bilemez.İlahi gaflet gömleğin giyene / Müslüman der misin nefse uyanaKazanıp kazanıp verir ziyana / Hak yolunda bir puluna kıyamazİlahi! Gafletten uyar gözümü / Dergâhında kara etme yüzümüYunus eder gelin tutun sözümü / Dünya seven ahireti bulamaz.”Evet, nefis, kuvve-i şeheviye silahını kullanarak insanı tuş etmek ister. Busayrî: “Nefis, çocuk gibidir, sütten kestin mi kesilir. Kesmezsen emzirdikçe emmek ister. Bir de onun üzerinde gelişirse öyle gelişir ki, artık üstesinden gelemezsin. Zira o, kuvvet kazanır ve sen de önüne geçemezsin. Bu sebeple onu sütünden kesmek gerekir.” der. İnsan, kuvve-i şeheviyeyi tahrik eden yollara girmeyerek, bu yolda olanlarla düşüp kalkmayarak, bu meseleleri dile getiren batıl tasvirlere göz dikmeyerek, kulak kabartmayarak ve onları hatırlatacak her türlü söz ve davranıştan uzak kalarak ancak nefsini dizginleyebilir. İbrahim Hakkı Hazretleri,“Az ye, az uyu, hayrete var, fani ol andanBul cân-ı beka ol âna mihman gecelerde” diyerek meseleyi nefis bir şekilde özetler.Evet, bir insan yeme-içmesini azalttığı ölçüde az uyuyacaktır. Yeme, içme ve uyku azaltıldığı nispette -inşallah- Cenab-ı Hak ona nefse hâkimiyet ihsan edecektir.Öfke SilahıNefsin ikinci silahı kuvve-i gadabiyedir. Kuvve-i gadabiye, çabuk öfkelenme, -halk diliyle- küplere binme, en küçük hadiseyi büyütme halidir. İnsanın kendi kendini frenleyebilmesi, öfkeleneceği yerde öfkelenmemesi, nefsine gem vurabilmesi çok önemlidir. Bir bedevi, Allah Resulü’nün arkasından cübbesini çeker. Hatta çektiği yer mübarek boynunda iz bırakır. Efendimiz, kendisine “Hakkımı ver!” diyen bu kaba-saba adam karşısında herkesin şiddetlenmesine karşılık tebessüm ederek, “Ona istediğini verin!” der. Yine başka birisi, Allah Resulü’ne karşı su-i edep içinde, “Allah’tan kork, adaletli ol!” der. Bunun üzerine Efendimiz, “Ben de adaletli olmazsam ya kim olur!” der ve o kimseye yine de iltifatta bulunur. İşte böyle, kişi, kendisini öfkelendirebilecek bir hadisede öfkesini yenebilmelidir. Şayet yenemezse nefis, öfke silahını kullanmış demektir. Hâlbuki o silah, düşmana karşı kullanmak için verilmiştir.Nefsin diğer bir silahı da akıldır. O, cerbeze yapma, muğalatalarla isbat-ı vücud etme, demagojide bulunma, başkalarını mağlup etme hissiyle oturup-kalkma, batılı hak gösterme, siyaha beyaz deme… şeklinde akıl silahını kullanır. Bir insan nefsi adına bu silahı kullandığı zaman mağlup olmuş demektir. Kişi, muğalatalarla kendisini ve başkalarını aldatmaktan içtinap ederse nefsin bu silahı kullanmasına meydan vermeyecek ve bu şekilde nefsini frenlemiş olacaktır.Bunun dışında insan, nefsini dizginlemek için şunları da düşünebilir: “İnsan kendisine ait vazifeyi ikmal ettikten sonra burada kendisine refakat eden ruh, güvercin gibi kanat çırparak uçup gidecek ve ebedi bir âleme intikal edecektir. Bu suretle “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” sırrı zuhur edecek ve kişi, Allah’ın huzuruna vararak O’na hesap verecektir. Dünyada yaptığı her şeyin hesabı iğneden ipliğe kendisine sorulacak, ceza veya mükâfata erecektir…” Bu şekilde encamını düşünen insan, nefsinin verdiği vesveselere bir manada mani olabilir ve onu frenleyebilir.Bir diğer faktör de afaki ve enfüsi tefekkür neticesinde Allah’ın her an hâzır ve nâzır olduğunu düşünebilmektir. İnsan, sağında ve solunda binlerce dille, tarrakalar halinde Allah’ın mevcudiyetini ilan eden delillere hep kulak verip, “Yüzüm, sözüm, duruşum, kalbimin çarpışı bana O’nu anlatıyor. Bende her şey O’nu dile getiriyor. Müheymin olan Rabbim her halükârda beni gözetliyor. Nefsime uyarak niye kör olayım!” diyerek afaki ve enfüsi tefekkürle nefsin burnunu kırıp ondan uzaklaşmaya çalışabilir. İnşallah insan bu yolları denediğinde Cenab-ı Hak da ondan sıyanetini esirgemeyecektir.Faydasız Aç KalmalarSözün burasında size yaşadığım bir tecrübeyi nakletmek istiyorum. Gençliğimin en galeyanlı zamanlarında günaha girerim diye korkuyor, riyazet yapıyordum. Hiç hayvani gıda almıyor, sadece ot ve çok az da simit ve peksimet gibi şeyler yiyordum. Ayrıca günde mümkün olduğu kadar bir defa yemeye çalışıyordum. 18-20 yaşlarımda, en çalımlı zamanımda şayet nefsim belimi kırarsa bir daha doğrulamam diye düşünüyordum. Fakat nefsim başka taraftan öyle girmiş, kendine ait binayı öyle inşa etmiş, kendi manasını öyle nescetmiş ki, ben hiç farkına varamamıştım. Bir gün uyku ile uyanıklık arasında nefsimi bir ağacın başında kedi gibi gördüm. Üstüne doğru yürüdüm; benden korkup kaçtı. Aradan birkaç gün geçti. Bu sefer rüyamda nefsimi bir sırtlan gibi gördüm. Onunla bir-iki pençeleştim, baktım ki yenecek gibi değilim bu defa ben kaçtım. Riyazata yine devam ettim. Bu defa rüyamda nefsim öyle korkunç bir hale gelmiş ki karşıma bir goril gibi çıktı. Tam beni yakalayacaktı ki, korku ile gözlerimi açtım. Bundan sonra da nefsin desisesinin bir tane olmadığını anladım. Güzel bir sözde, “Nice aç kalmalar vardır ki, tıka basa karnını doyurmadan daha fenadır!” denilir. Ben, aç durmuşum ama âlemi hor görmüşüm. Susuz durmuşum ama insanları istihkar etmiş onlara insan değil nazarıyla bakmışım. Bir cephede sözde bir muvaffakiyet elde ederken bu arada içten mahvolmuşum. Ondan sonra, “böyle faydasız riyazeti bırakmalı, riyaziye ile iştigal etmeli” diye latife yapmıştım.Hâsılı, nefsin bin yolu vardır ve onun nereden geleceği de belli olmaz. Kur’an, şeytanın hücum yolları için sağdan soldan önden arkadan alttan üstten diye anlatır. Onun için Efendimiz sabah akşam duaları içinde “Allah’ım! Beni sağımdan, solumdan, alttan, üstten, önden arkadan koru.”; başka bir duasında ise “Sağımda, solumda, önümde, arkamda, altımda, üstümde nur yarat. Beni nur kıl Allah’ım” demektedir. Cenab-ı Hak bizi maddi-manevi tenvir buyursun…Sözün Özüİnsanın en zor keşfedeceği şey, onun kendi iç âleminde meydana gelen inhiraflar ve başkalaşmalardır. İnsana en yakın olan yine insanın kendisi olmasına rağmen o, eline iki ayna almayınca ense kökünü dahi göremeyecek kadar kendine yabancıdır. İnsanın kendini bilmesi ve iç âlemini tanıması ise, onun bedenini bilmesinden çok daha zor ve karmaşıktır. Bu açıdan da insanın, mutlaka bir mürşit ve muallimin rahle-i tedrisinden geçip kendini bulmaya ihtiyacı vardır.Haftanın DuasıAzameti ve ululuğu bütün izafî büyüklüklerin, kıyas kabul etmeyecek kadar üstünde olan Yüceler Yücesi Rabb’imiz! Senin kulun olmak ve Sana kullukta bulunmak, bizim için en büyük şeref, en büyük pâyedir ve iftihar vesilesi olarak da kâfî ve vâfîdir. Acz ü fakrımızı itiraf ederek çaresizlik içinde bir kez daha kapına geldik; rahmetinle muamelede bulunup bizi yüce dergâhından eli boş, haybet ve hüsrana maruz kalmış bahtsızlar olarak geri çevirmemeni diliyor ve dileniyoruz.HatıralarDaldım yine kendimi hatıralara saldım;Bir tatlı çağıltıyla yerimde kalakaldım.Her devri ayrı bir ihtişam ve ayrı bir şan,Bir hamlede dünyayı saran ışıktan tûfan…Üç-beş düzine çadırken devrinde Osman’ın;“Devlet-i Âliye” oldu elinde Orhan’ın.Yürüdü garbın karanlık âfâkına emîn,Gürledi gülbanklarla her yanda “feth-i mübîn”…Derken her yerde tek yürek evlâd-ı fâtihân,At sürdü her yana en önde Yavuz Selim Hân…Çağlar ve çağlar boyu böyle kükreyip durduk,Dünyada tıpkı bir uhrevî saltanat kurduk.Hülyâm hâlâ meshûr, cedlerin velvelesiyle,Ve meydanları dolduran at kişnemesiyle…Her taraf Bağ-ı İrem’di o kutlu devirde,Dört yanda Cennetler tüllenirdi perde perde.Meğer kadrini bilmişler zamanın çok erken,Henüz hiçbir yerde onun kadri bilinmezken.Nûrdan ırmaklar gibi akmışlar çağlar boyu,Yüksek çağıltılarla ki Cennetlerden suyu…M. Fethullah Gülen

Standard